Son gezi yazımdan forumumuz ile alakalı olan kısmı.
Fotoğraflar yolda.
.......
....................
Ustamız hemen ocağını yakıp işe koyuldu. Çünkü normalde o saatlerde köyün başka bir ihtiyacı için çalışıyordu. Köylerinde bulunan cenaze yıkama aracı için küçük bir garaj yapıyorlardı ki biz çalışmalarını böldük.
Hasan amca, Hasan Özdemir, 40 yılı aşkın bir süredir dedesinden babasına babasından da kendisine kalan bu mesleği yaşatmaya çalışan bir el emekcisi… Atölyeyi tarıyorum gözlerimle. Atölyede hem eski teknoloji hemde yeni teknoloji ürünü bir sürü alet var. Anlaşılan o ki Hasan amca miras konducu değil, ufku olan bir zanaatkâr. Bir yandan sohbet ediyoruz bir yandan ustamız çalışıyor. Eline aldığı bir kazmanın ağzını düzeltiyor. Bizde” yületmek” derler bu işleme. Eğeleme değilde yenileme gibi bir şey. Hazır yana n ocağı bulmuşken değerlendirmemek olmazdı. Yanımda getirdiğim ck67 lamadan çıkardığım profili gösterdim ustaya.
–Müsaadenle bende bunu işleyebilir miyim? Ustam kabul etti ve yanan közün içine yerleştirdi bizim bıçağı. Nar gibi kızaran parçayı çekiçlemeye başladı. Hani yufka yaparlarken hamur oklavanın altında nasıl açılıyorsa ustanın çekicinin altında da çelik hamur olmuştu adeta.
İkinci defa ocağa verdiği çeliği dövme sırası bana gelmişti. Keser ile çivi çakar gibi 90 derecelik bir açı ile sallıyordum ki çekici ustam el koydu duruma. Öyle değil diyerek eline aldığı çekicin bir ucunun örse değdiğini gösterdi. Böyle yapmazsan ağzı kopar parçadan diye de öğütledi. İyi kötü istediğim yapıya getirdim dövdüğüm çeliği. Hoşuma gitmişti. Yolda misket bulmuş çocuk gibi neşelendim.
Ustamız elindeki işine döndü. Çeliği işlemenin, su vermenin hassaslıklarından bahsetti. Hiç duymadığım ikide ısıl işlem terimi öğrendim. Çiğdem tavı, navruz tavı.. Balta ve tağra için ayrı kazma ve nacak için ayrı tav oluyormuş. Yenileme işini bitirdiği kazmanın ağız kısmını usuldan suya daldırdı. Bir iki saniye bekledi çekti. Sonra 5-10 saniye sonra yeniden suya soktu usul usul. Şaşırmıştım. Gerçekten nevruz rengi vardı kazmanın ağzında. Acaba meneviş miydi bu işlem?
Anlatırken ‘kartal tozu’ diye bir kelam çıktı ağzından. “Şimdi boraks diyorlarmış dedi. Bizim buralarda taşının alır döğer toz ederdik. Kaynağın hasını yapar ama zahmetli iş.” Köyde bir yer tarif etti orada ocağı varmış.
Hasan amcada bizim gibi bıçak sevdalısı imiş. Gün olmuş işini tamamen bıçak ve silah tamirine döndürmek istemiş. Akıl danıştığı ustası” aman haa, evinde huzur istersen sakın o işlerden. Devletin yapma dediğinin yanından bile geçme” salığı verince vazgeçer. Değilse en kralını yapardım her türlü hancerin mekanizmanın diye tok bir ses ile ekliyor.
Hasan ustanın üç oğlundan en büyüğünün emekliliğine az kalmış. Emekli olunca belki köye gelecek bu mesleği sürdürecek diye düşünüyor. Ve ekliyor.
- Bu meslek yeryüzü var oldukça kaybolmayacak bir meslek. Ama olduğun yerde saymayacaksın çağın ihtiyacı ne ise ona cevap vermek için hem kendini hem malzemeni yenileyeceksin. Gün geldi bir liraya yaptığım iş için bin lira harcadım. İşine sahip çıkarsan bu dağlarda demirden çok ekmek yersin. Buralarda toprak az, dağın daşın içinde. Tarım makineleri buralara giremez. Bu sebeple bu topraklarda yaşandığı sürece usta bir demirciye hep ihtiyacı olacaktır. Gözün tok olursa, aç gözlü olmaz, yaptığın işe değerinde paha biçersen müşteri seni arar bulur, sen müşteri derdine düşmezsin. Bak ben kırk yıldır bu işi yaparım hiç pazara mal götürmedim. Müşterim geldi beni buldu.
Tezgâhın üstünde iki tane nerdeyse yarım metrelik törpü göze çarpıyor. Ustamız kendisi yapmış, Eski eğeyi yumuşatıp çivi ile iz açarak 20 sene evvel yapmış ve halen kullanmakta.
..................
.............................