"Osmanlıca kafası çalışan adamın işiydi. biraz mürekkep yalamadanı sesteş kelimelerle hangi anlamın kasdedildigini bilmekti"
Bu sözünüz çok hoşuma gitti. Şu anki dilimizde bir kelimeyi, bir cümleyi yanlış anlamak ya da anlatamamak çok çok kolay. Senin anlatmak istediğin bir şeyi karşındaki insan çok alakasız olumsuz anlayabiliyor. Ama Osmanlıca da öyle bir incelik var ki böyle şeylerin mümkünatı yok. Konuştuğumuz vakit insan bizim derdimizi, ne anlatmak istediğimizi hemen anlıyor.
İyi derecede Osmanlı Türkçesi, tüm dönemleri kapsayacak şekilde yine gayet iyi Türkiye Türkçesi bilirim. Bahsettiğiniz hususlara hak veremiyorum ne yazık ki. Özellikle kalınlaştırarak belirttiğim kısımların altını doldurmak bence pek güç. Şu anki dilimiz dediğiniz şeyin bir cümleyi doğru anlatmada herhangi bir eksikliği bence kesinlikle yok. Keza Osmanlı Dönemi'nde de yoktu. Osmanlı Dönemi'de, ya da hadi şuna Osmanlıcada diyelim, acaba ifadeyi yanlış anlatmamak için nasıl bir incelik vardı? Doğrusu bunu çok merak ediyorum. Özellikle "konuştuğumuz vakti" kastedersek iki dönemin birbirinden kelime kadrosu dışında pek farkı yotur. Yazmada hadi yine alfabe meselesi var.
Bıçak üzerindeki yazıdan dahi sizin söylediğinizin hilafına delil çıkar. Zira biz harekeli metne çok az rastlarız Osmanlı Devri'nde. Bıçağın üzerine yazan artık her kimse ve ne yazmak istemişse, Osmanlıcada normalde yazdığımız şekilde yazmaktan imtina etmiş, hareke kullanmış. Bunun sebebi kesinlikle daha kolay okunmasını sağlamaktır, zira harekesiz okumak daha zordur ya da hareke olmayınca kelimeler farklı okumalara daha müsaittir. Bu zat herkes kolayca, rahatça, şeksiz, süphesiz, acabasız bu kelimeyi okusun diye hareke koyduğu hâlde biz kelimenin ne olduğu hakkında şu an süpheliyiz. Dikkatinizi çekerim, harflerin seçilmesinde de hiçbir sıkıntı yok dal, ra, mim, ra. Harekeler de bence net, öyleyse kelime "dürmer" okunmalı fakat böyle de bir kelime yok.
Demem o ki "Osmanlıca" ile "Türkçe" arasında büyük farklar görmenin, birine fazladan hikmetler yüklemenin bence hiç gereği yok. Sizin söyledikleriniz bana biraz peşinen, duygusal yakınlıkla verilmiş hükümler gibi geldi açıkçası. Alfabenin değişmesi Cumhuriyet Dönemi'ne rastlar fakat alfabeye dair tartışmalar belki Tanzimat'a belki daha evveline dek gider. Osmanlı aydınları da alfabe meselesi üzerine çok erken dönemlerde çokça düşünmüştür, birçoğu alfabenin değştirilmesini değil de ıslah edilmesini teklif etmiştir, harflarin bitiştirilmeden yazılması veya her kelimenin ünlü harflerinin de gösterilmesi filan gibi. Tanzimat sonrası yazılan erken dönem eserlerde de bu meseleye değinilir, bkz. Araba Sevdası: Bihruz bir kalemde çalışıyor olmasına rağmen "siyah çerde" miydi neydi böyle bir kelimeyi okuyamaz, yanlış okur, bir sürü şaçmalık olur filan. Aklıma gelmişken henüz yeni alfabeye geçilmemişken yani herkes "Osmanlıca" okur yazarken anlı şanlı aydınlarımız arasında yanlış okuma polemiklerinin yaşandığını hatırlıyorum. Günümüze geldiğimizde bunun örneği elbette daha çok, mesela Fatih Divanı Şerhi'nin önsözüne bakın Muhammed Nur Doğan İskender Pala'ya yüklenir bir sürü yanlış okuma yapmış diye... Daha göz önünde bir tartışma Mustafa Armağan ile Murat Bardakçı arasındaki okuma tartışması (
https://www.timeturk.com/tr/makale/mustafa-armagan/murat-bardakci-efsanesi-bitiyor.html) .
Demem o ki Osmanlıca pek de öyle hataya mahal bırakmayan bir dil değil. Yukarıda bahsettiğim isimler basit adamlar değil. Hatta dediğim gibi yeni alfabe yokken de vardı bu tartışmalar. Hele işin işin içine farsça terkipler girdi mi terkip yapıp yapmayacağını anlamak herkesin harcı değil.
Ha şunu da söyleyeyim, ben Osmanlıca dediğiniz şeyi çok severim, alfabeyi değiştirmek yerine eski alfabeyi ıslah etmeyi daha faydalı bulurum. Yani yaklaşımımı hasmane algılamayın.